28 Eylül 2010 Salı

Marsel Nihayet İlk 100'de



Çok yazdık burada, hedefi ilk 100 dedik, inanıyoruz dedik. Sonunda başardı Marsel. Şu an 96. sırada Marsel , sezon sonuna kadar ilk 100 içerisinde tutunabilirse, yeni sezonun ilk Grand Slami olan Avustralya Açık'a doğrudan ana tablodan katılacak. Bu da Türk tenis tarihi için yeni bir ilk olacak. Umarım Marsel kalan turnuvalarda gerekli puanları toplayıp, ilk 100 içinde tutunur Marsel. Avustralya Açık'a ana tablodan girebilirse bu Türk tenis tarihi için yeni bir milat olacaktır. Marsel şimdi ATP'nin Malezya turnuvasına katılmak için Malezya'ya gitti. İlk kez bu turnuvaya da doğrudan katılıyor. İlk 100'de olmanın en büyük avantajlarından biri de bu, diğer türlü ana tablo'ya kalmak için 3 eleme maçı oynuyorsunuz ve 1. turda hiç eleme maçı oynamamış rakiplerinizin karşısına çıkıyorsunuz. Marsel ilk 100'de tutunabilirse sadece Grand Slam'lere değil, ATP Malezya gibi turnuvalara da doğrudan katılarak, değerli puanlar kazanababilecek. Marselin yolu açık , bize bu yolda sonuna kadar ona destek olmak d

FREE ENES




Kentucky Wild Cats NCAA'in en iyi takımlarından biridir. Hani NCAA'de herkes eşittir ama Kentucky biraz daha eşittir. Lobisi diğer takımlara göre daha güçlüdür. O yüzden bu tip kampanyaları yapmaları normal.


Enes olayı ile ilgili çok yazıldı çizildi. Ben olaya Fenerbahçe tarafından bakmak zorundayım. Çünkü Enes'in bugünlere gelmesinde en büyük pay onlara ait. Hadi canım diyebilirsiniz. Memlekette, ya bu çocuk iyi oyuncu hadi oynatalım bunu her yerde mantığı olduğu için Enes milli takımlarda heba edilmiş bir oyuncudur. Halen daha da bu mantık devam etmekte, ismi ben de saklı bir iki genç oyuncu sakatlık bahane ederek milli takımdan kaçıyor resmen. Çocuklar turnuvadan geliyor, 1 gece yataklarında yatmadan ertesi gün başka turnuvaya gönderiliyorlar. Her neyse Enes'in de hali bu. Tanjevic kendisine Euroleague'de süre verdiğinde gencecik bir oyuncuydu. Sonra ortadan kayboldu, şimdilerde "Free ENES" diye çığırtkanlık yapanlar, Fenerbahçe harcıyor bu çocuğu diye geveleyenler, o zaman nerdeydi. O kaybolduğu sürede Enes'in nerde olduğunu biliyorlar mı acaba. Eksiği fazlası vardır ama yaklaşık 6 ay boyunca Fenerbahçe Kulübü Enes'i tedavi ettirdi. Dizleri bitmek üzereydi çünkü, basketbol hayatını bile tehdit eden bir durumdu. Kimse bunu konuşmuyor ama.


Geçiyoruz efendim, Enes diyor ki ben eğitimim için Amerika'yı tercih ettim. Hay hay profesör bir babanın oğlu olarak bunu söylemesi çok da yanlış değil. Saygı duyulacak bir istek hatta. Anlamadığım şey şu, 16 yaşında bir çocuk kendine kalacak yer ayarlıyor, prep-school ayarlıyor ve Amerika'ya gidiyor. Sonra Nike yaz kampından kendisini tanıyan hocasının isteğini kırmayıp Washington Üniversitesi ile anlaşıyor. Ama ne oluyorsa, benim için eğitim her şeyden önce diyen Enes kardeşimiz, birden bire Kentucky'ye gidiyor. Kentucky genelde oyuncuların gelişimine önem vermeyen bir sistem takımıdır. Oyuncunun en iyi yönlerini ortaya çıkaracak oyun planını uygulayıp 1-2 sene içerisinde NBA'e gönderir oyuncuları. Bu sene 1. turda tam 5 Kentucky oyuncusunun draft edilmesi de bunun kanıtı. Calipari stili bu oluyor.


Eğitim aşkıyla yanıp tutuşan ENES kardeşimiz, birden bire drafte gireceğim, Durant gibi dışarıdan devam edeceğim üniversiteye demeye başlar. Dışarıdan alınan eğitim ile üniversitede 4 sene okunarak alınan eğitim aynı mıdır sorusunun cevabını size bırakıyorum. Üstelik 82 maçlık NBA maratonunda ne ara ders çalışıp ne ara sınavlara girecek falan filan.


Aklıma takılan sorular var fazlasıyla. Enes ne kadar iddia etse de menejerim yok dese de buna kimsenin inanmadığının farkında değil mi acaba ? Tolga Tuğsavul ile ilişkisini draft olduktan sonra mı açıklayacak ? Washington ile her konuda anlaşmışken, gerekli belgeleri istediği Fenerbahçe'den aldığı olumsuz cevap sonrasında, lobisi daha güçlü olan Kentucky'ye geçmesi tesadüf mü ? Eğitim eğitim diye gidişine haklı sebep gösterirken, üniversitede 1 sene okuyup NBA'e geçmek gibi bir tezatı nasıl açıklayacak ?


Kentucky taraftarları planlı bir kampanya ile NCAA yönetimini baskı altına almaya çalışıyor, Fenerbahçe kulübü yatırım yaptığı bir oyuncusunu, menejer oyunları ile kaybetmiştir. Kimseni Fenerbahçe kulübüne kızmaya hakkı yok olamaz, biz de isteriz Enes gelişsin basketbolunu ilerletsin yıldız bir isim olsun. Ama bunları yaparken Atatürk'ün söylediği Zeki, Çevik ve AHLAKLI sporcu tanımına da uysun bir zahmet.

24 Eylül 2010 Cuma

Fenerbahçe Acıbadem'e Büyük Onur


FIVB 18 yıl aradan sonra yeniden düzenleme kararı aldığı Bayanlar Dünya Kulüplerarası Şampiyonası'na Fenerbahçe Acıbadem'i Wild Card ile davet etti. Avrupa, Afrika, Amerika ve Asya şampiyonları ile birlikte Katar Lig şampiyonu da yer alacak. 15-21 Aralık tarihleri arasında yapılacak şampiyonaya Avrupa'dan katılacak diğer takım ise, geçen yıl finalde Fenerbahçe Acıbadem'i yenen Bergamo. Resmi sitenin açıklamasına göre Wild Card için gönderilen mektupta, Fenerbahçe Acıbadem'in geçen yıl Avrupa'da gösterdiği performansa dikkat çekilmiş. Muhtemelen yatırımın kesilmemesi ve seyirciler için de cezbedici bir takım olması Fenerbahçe Acıbadem'in seçilmesinde etkili olmuştur. Başarı dileklerimiz Sarı Melekler'le. Umarım bu turnuvadan şampiyon döneriz.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Melek HU'dan Tarihi Başarı


Blogun özüne dönelim tekrar. Devşirme sporcularla gelen başarı vs. vs. geyiğine giremeyeceğim kusura bakmayın. Bizim ülkemizin spor mantığı bu, bazı branşlarda iyiyiz ve alttan da potansiyelli sporcular geliyor. Ancak masa tenisi, uzun mesafe koşu vs. gibi belli ırkların tamamen üstün olduğu branşlarda kendi sporcularımızla bir yere gelmek çok kolay değil. Bazı şeyler cidden genetik olabilliyor. Bu yüzden masa tenisinde açık ara en üstün olan Asya'dan oyuncu devşirmenin garip bir tarafı yok. 

İşte bu devşirilen sporcularımızdan biri olan Melek HU geçtiğimiz yıl Akdeniz Oyunlarında madalya alarak Masa Tenisi tarihine geçmişti. Bu sene de Avrupa Şampiyonası'nda bronz alarak, Masa Tenisi tarihinde madalya alan ilk Türk sporcusu oldu. İsteyen beğenir, isteyen bunun neresi Türk ya der. Tarih Melek HU'yu Türkiye'ye bronz madalya getiren sporcu olarak yazacak gerisi hikaye.

Not : Haberi dün BJK maçı öncesi Yoğurtçu'da takılırken almıştık, ancak unuttuk yazmayı, hatırlatan karubb'a da teşekkürlerimizi sunalım. 

Bu Bir Futbol Yazısıdır


Blog genelinde futbola pek yer vermiyoruz, bizim FENERBLOG ağında derbiye ilişkin onlarca yazı bulacağınıza, ve bu yazıların bir çoğunun gazetelerde köşe yazarı sıfatıyla yazan arkadaşların yaptıkları değerlendirmelerden bin kat daha iyi olacağına eminim. Bu yazının tek amacı, bir Fenerbahçe'li olarak dün akşamın bana ne gösterdiğini sizinle paylaşmak. 

Öncelikle futbolsever olarak bakarsak seyir zevki ortalamanın üstünde bir maç oldu desek yalan olmaz. Her iki takım oyuncularının iyi niyetli olduğuna da kimse inandıramaz beni. Fener sert girdi, yok BJK daha sertti falan geçelim bunları. İki tarafta iyi niyetten uzak hamleler yaptılar birbirlerine. Fenerbahçe ilk yarıda bulduğu pozisyonları değerlendirse olay bitmişti. Peki Fener'in bu kadar pozisyon bulmasına şaşıran var mıdır ? 

Aklı başında BJK'lilerin buna şaşırdığını hiç sanmıyorum, HJK Helsinki, CSKA Sofia gibi 3. sınıf takımlara bile bunun benzeri  pozisyonları veren bir takımın, ne kadar sorunları olsa da Fenerbahçe gibi bir takıma karşı bu tip pozisyonları vermeyeceğini Polyanna bile düşünmezdi bence. Neticede Schuster genel olarak yediğimden bir fazlasını atarım mantığında bir hoca olduğu için bu da normal. İkinci yarıda Emre'nin oyundan çıkması ve yapılan değişiklikler, BJK'nin doğal olarak skoru dengelemek adına biraz daha baskılı oynaması ve Fenerbahçe'nin yıllardır bırakamadığı "attık 1 tane yatalım hadi üstüne" mantığıyla birleşince maç tek kaleye döndü. Yabancı  kontenjanı, ya bu adam kesilir mi hoca bilmem ne geyiğine giremem. Ama sanki Stoch oynasa BJK için çok ciddi sıkıntılar yaratırdı dün gece. Hele ki hayatında ilk kez sağ bek oynamaya çalışan İbrahim Üzülmez'in karşısında. Ama burda benim dikkatimi çeken tek bir şey var. Geçen hafta Aykut Kocaman yedek stoper almadı kadroya diye yerden yere vuruldu. Ne lise hocası yapmazlığı kaldı, ne de başka bir şey. Bu hafta Schuster kadroya yedek sağ bek bile almıyor ya da sağ bek oynayabilecek birini diyelim. Tek kelime eden yok basında. Ben bu çifte standartı çözemiyorum cidden. Çünkü Bjk'nin elinde orta sahada çok yönlü oyuncular var, hani yedeklerine bir orta saha eksik koysan idare edersin her türlü. Ama bakıyorum Schuster dahi, Aykut deli oldu. Anlamak mümkün değil. 

Fenerbahçe taraftarının takımda görmek istemediği oyuncuların başında Guiza sonra da Selçuk gelir. Ama dün akşam objektif gözle Selçuk'u izleyen varsa, bu adama ses etmem ben abi der. Ters kademeye girdi, her kritik pasta ayağını uzattı, defansif manada dört dörtlük yaptı işini. Ofansif manada zaten sınırları belli olan bir oyuncu, orda da kabul edilebilir pas hataları ile oynadı. Zaten o hataları yapmasa ya da daha iyi paslar atsa gider Xavi'nin yedeği olurdu. Bazen Fenerbahçe taraftarını anlamak zor, tamam Selçuk istikrarsız oyuncu, saç baş yoldurduğu oluyor hepsi kabul ama iyi oynadığı maçtan sonra bile ona laf etmek biraz körlük oluyor. Emre ile oynadığı her maç Selçuk'un verimi yüksektir zaten. Çünkü adam hücum düşünmüyor tamamen savunmaya konsantrasyon sağlayıp başarılı oluyo. Ama işte bu noktada sorulması gereken soru, en iyi hali sezonun %60'ını çıkartmaya anca yeten Emre varken, hangi akla hizmetle ona bir alternatif hazırlanmadı. Bunun cevabını Aykut Hoca verir. Topuz, Özer Selçuk Cristian varken oraya adam almayı mantıklı bulmadım diyebilir mesela. O zaman da hocam bu oyuncuların hiç biri Emre'nin verdiği katkıyı veremez. Geçen yıl Poulsen'in peşine koştunuz, o tarz bir adama ihtiyaç var belli, niye alınmadı diye sorsak haksız olmayız di mi ?

Sonuç itibariyle aklı selim olmayan gaz taraftarın ( kimse alınmasın bunlardan her takımda var ) " offf abi guti, q7, bobo var, fener çok bozuk kesin 4 -5 atacağız bu sefer " diyerek geldiği staddan, kazandıkları 1 puana göbek atarak çıkmaları  gecenin en hoş görüntüsüydü. Ha bir de "King Of The TRIBUN" diye bir pankart açtılar ki dedim herhalde yazarken Fatih Terim'e danıştılar. 

Aklı selim futbol taraftarı ya da seyircisinin aklında ise şu vardı maç bitiminde. Bu lige mi 400 milyon $ verdiler. Kulüpler yayıncı kuruluşu, yayıncı kuruluşta bizleri , bu lig için mi kazıklıyor acaba ? Çok şükür envayi çeşit Avrupa Ligi'ni izliyoruz, maçları görüyoruz. Birileri bizleri çok fena kandırıyor arkadaşlar, bu ülkede futbol falan oynanmıyor. Ligin en çok para harcayan ve en geniş kadrosuna sahip iki takımın maçındaki oyun bu ise vay halimize. Son bir notta şuna vereyim, şampiyonlar paketi yerine full paket alsaydım keşke, Karabük gibi bir takımı izlemekten mahrum kalıyorum.

Gülsüm Yine Dünya Şampiyonu


Karayipler'de devam eden AIBA Dünya Kadınlar (ulan bi ısınamadım şu tabire, elin gavuru Women dedi diye, biz de kadınlar diyoruz) Boks Şampiyonası'nda, 64 kg'da mücadele eden Gülsüm Tatar finalde rakibi Rus Vera Slugina'yı 13-1 yenerek ikinci kez dünya şampiyonu oldu.

Finale gelene kadar İrlanda'lı, Kanada'lı ve İsveç'li rakiplerini sırasıyla yenen Gülsüm Tatar, böylece ünvanını da korumuş oldu. Maddi manevi geyiğine girmeyeceğim, ödül yönetmeliği açık, şükür olimpik branş sayılmaya başladı da, bu dalda yarışan BAYAN sporcularımız da ödül yönetmeliğinden faydalanabiliyor. Gülsüm ilk şampiyonluğu sırasında Fenerbahçe'nin sporcusuydu ancak o zaman yeterli desteği göremediğini söyleyerek Kayseri'ye transfer oldu. Hatırlarsınız bir ara İngiliz'ler 2012 olimpiyatları için teklifte bile bulunmuştu Gülsüm'e. Gülsüm vurdukça devirmeye şampiyon olmaya devam ediyor, helal olsun demek düşer bize.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Bu Gurur Nurcan'ın


Aslında şimdi yazacaklarımı bir TV kanalı haber gibi ekrana getirse, fon müziği olarak Vasilis Saleas- Weeping Eyes koyarlardı herhalde. Nurcan'ın dün akşam kırdığı Dünya rekoru'nun arkasında öylesine acıklı bir hikaye var çünkü. 

Kolay değil 2004 yılında gencecik bir sporcuyken Olimpiyat Şampiyonu ünvanı alıyorsunuz. Arkasından gelen Avrupa Şampiyonalarında hep zirvedesiniz. 2008 yılında yapılan Dünya Şampiyonası'na sakat sakat götürülüyorsunuz, sıfır çekiyorsunuz. Bütün eleştiri okları üzerinize yönelmişken, sakatlığınız sporculuğunuzun geleceğini tehdit ederken, yılmadan çalışıyorsunuz. Kendinize, Türkiye'de yapılacak Dünya Şampiyonası'nı hedef seçiyorsunuz. Sonuç ortada. Koparmada son anda kaçan dünya rekoru, silkmede dünya rekoru ve toplamda 3 altın ile gelen dünya şampiyonluğu. Bir haltercinin alabileceği 3 şampiyonluk vardır, Nurcan şimdi hepsine sahip. Hem de böylesine çetrefilli yolları aşarak sahip oldu buna. Tabi burda Nurcan'ı anlattık diye Sibel Özkan'ı pas geçtiğimzi sanmasın kimse. Sibel Özkan en az Nurcan kadar iyi bir halterci ama onun durumunu Tyson Gay'e benzetiyorum ben. Nurcan ile farklı zamanlarda yarışıyor olsalar, ikisi de ayrı ayrı dünya bayan halter tarihine geçerdi. Tıkı 9.72 ile dünyanın en iyi 2-3 derecesinden birini yapıp ikinci olan Tyson Gay gibi oluyor Sibel Özkan'da. Sağlık olsun duble ile kazanmanın keyfini bizlere yaşattıkları için minnetarız bu sporcularımıza. Bu arada Çin takımı önümüzdeki sene yapılacak Asya Oyunlarına hazırlandığı için, esas sporcularını getirmedi buraya. Ancak 48kg'da yarışan Yuan Tian inanılmaz yetenekli ve gelecek vaad ediyor. 17 yaşında 119 kilo kaldırması muazzam bir iş. Halter sevenler bu isme dikkat etsin derim. 


17 Eylül 2010 Cuma

12 DEV ADAM'a Var, Nevin'e Yok



Haberin linki aşağıda, doping testi negatif çıkmasına ve ödülü haketmesine rağmen, Avrupa Şampiyonu atletimiz Nevin Yanıt'ın 500 Altınlık ödülü halen teslim edilmemiş kendisine. 12 Dev Adam'a törenle çeki teslim edenler bundan haberdar mı acaba ? Eğer haberleri varsa neden ödenmiyor, yok haberleri yoksa bu ülkenin spor bakanı, " gazetelerde her gün çıplak kadın fotoğrafı var ama gene de alıp okuyoruz" diye açıklama yapacağına, asli işlerinden biri olan şu sporcuları desteklemekle neden ilgilenmiyor.  Milyon tane açıklaması vardır bu işin eminim ki, bürokrasi neticede. Ama şu an görünen imaj ne, 12 DEV ADAM'a gelince elden teslim, Nevin'e gelince 3 maymun. Buyrunuz burdan yakınız


Nevin'e Ödül Rötarı

Uzatın Elinizi Yeni Devler Yetişmesi İçin


Herşey yazılarını keyifle okuduğum Barış Gerçeker'in NTVSPOR.net adresinde yazdığı "2010 Hayali" isimli yazı ile başladı. Akabinde Barış'ın mailine bu yazıya ithafen bir yorum gelmiş. Kendi blog adresinde bu yazıyı paylaştı. Yazının orjinaline buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Ben metnin tamamını aşağıya da ekliyorum okumayan kalmasın diye. 
"
NTVSpor'da Dünya Şampiyonası sonunda yazdığım 12 Dev Adam yazısından sonra gmail'ime şöyle bir mail geldi:

Türkler uçuyor sevindik, gururlandık ama burada, benim görev yaptığım köy okulumda çocuklar bırakın uçmayı zıplayamıyorlar bile... Burası damsız evler diyarı, köyün ve öğrencilerin durumunu anlatmak istemiyorum aynı bilindik manzaralar... Çocukların spor adına yaptıkları patlak topları, terlikleriyle okul bahçesinde futbol oynamak. Okulumuz, tahtamız, kitabımız var biz de buradayız kısacası eğitimde sorunumuz yok. Fakat biz Hidayet’in üçlüklerine, Semih’in bloklarına, Kerem’in asistlerine özendik biz potaya yani basketbola özendik. Demiyoruz ki bize parlak cilalı parkeli spor salonu yapın bize 2 tane pota yapın yeter, çemberin filesini biz öreriz...

Hadi yapın bi asist biz de uçalım...

Okçu Köyü İ.Ö.O İdil/Şırnak
Öğretmen: Murat ÇAVDAR" 



Basketbol denince akla ilk gelen isimlerden olan Serdar abimizde (Serdar Gürel) kendi blogunda buna paralel bir konuyu işlemişti, hemen akabinde bu yazıda ortaya çıkınca onu da eklemiş sitesine.  ( Her Mahalleye Bir Pota

Fenerbasket ve  şimdiden yazmakta mahsur görmüyorum ama Gsbasket'in de bu işe destek vereceğine eminim. Başka destekçiler de olacaktır illaki. Ama ben asıl desteği 12 DEV ADAM'dan istiyorum, çok değil yahu bir kaç bin TL verip, 1 gününüzü ayırıp oraya gitseniz fena mı olur. Bu çocuklar TV'de gördükleri Semih abilerinin nasıl blok yaptığını canlı canlı ondan dinleseler, görseler, Kerem abilerinden nasıl iyi asist yapılacağını, Hidayet abilerinden geriye sıçrayarak nasıl şut çekileceğini canlı canlı görseler fena mı. Bu çocuklar maddi manevi her türlü desteği haketmiyorlar mı

Şampiyona'nın Ardından Kalanlar


Şimdi buraya ay aman ne güzel de yendik hepsini ikinci olduk vs. yazacağımı sanmayın. Oyuncularımızı ve Bogdan Tanjevic'i bu başarıları için can-ı gönülden tebrik ediyorum, emeklerine sağlık. Hoca'nın milli takımda geçirdiği yıllar boyunca eleştirelecek çok şeyi olduğu gibi, takdir edilecek çok şeyi de var. Ama kimse Tanjevic'e bu turnuvada kötüydü diyemez. Genelin değerlendirmesini yapmak da bana düşmez, dediğim gibi yanlış olduğuna inandığım şeyleri de var, olmayan şeyleri de. Bazı oyuncuların onun güvenini boşa çıkarması falan da var, çok detay bir mevzu. O yüzden bu şartlar altında, takımını bu şekilde yöneten hoca'ya saygı duymak ve takdir etmek en doğru şeydir. Ancak bu konuda milyon tane yazı okumuşsundur o yüzden tekrarlamaya gerek yok. Ben ekran başında göremediklerinizi, bana göre eksik kalan konuları yazacağım. 

Herşeyden önce bu tip şampiyonalar, ülke tanıtımları için çok önemlidir. Ülkeyi de gelen delegasyonlara değil maçlar için gelen seyircilere tanıtırsınız. Biz bu treni ne kadar kullandık merak ediyorum. İstanbul ayağının tamamın yakınını salonlarda izledim. Herşeyden önce gavurların " Merchandising" dediği, şu hediyelik anı eşya satımı olayı rezaletin de ötesiydi. Tek tip t-shirt yapılmış, beyaz, Slovenya alırsan o yazıyor, Rusya alırsan o yazıyor, ama desen hep aynı. Fan Shop'lar ufak, çeyrek final maçından önce turnuvanın maskotu olan BASCAT şeklindeki anahtarlıklar  bitti. Sorduk yenisi gelmeyecek dediler. Yahu turnuvanın en önemli turları öncesinde, en parasız olan insanın bile, alayım da hatıra olarak saklarım diyeceği anahtarlıklara, bitti daha da gelmeyecek mantığı ile yaklaşmak, yeni bir pazarlama stratejisi herhalde. Final gününe geliyoruz, finalin en önemli ayrıntısı t-shirt ve atkıdır. Finale özel tasarlanır turnuva öncesinde, final günü oynayacak takımların ismi yerleştirilir üstüne ve satışa sunulur. Şimdi bir gecede kaç t-shirt ve atkı üretilir bilmiyorum. Ama İstanbul gibi tekstil merkezi olan bir şehirde kimse bana bir gecede en fazla 400 atkı üretebildik diye sallamasın (bizzat fan shop yetkilisinin ağzından çıkan bu). Daha 3.lük maçı başlamadan atkılar ve t-shirt'ler tükendi. Muazzam bir ileri görüşlülük hakim bu konuda da.

Turistlerin yüzde sekseni Taksim'de eğlenmeye çıktı, Taksim'de kaç tane  Fan Shop ya da stand vardı. Turistlerin büyük kısmı maç öncesi Ataköy Plus ve Atrium'da yemek yiyip dolaşıyorlardı. Oralara bir stand kurmak çok mu zor. Ya da grup maçları esnasında Olivium'a. 

Gelelim güvenlik görevlilerine. Kapıdaki güvenlik görevlilerinin İngilizce bilmesini beklemiyoruz zaten. Ama bilmem kaç bin tane gönüllü aldınız organizasyona, o arkadaşlardan bir kısmını kapıdaki güvenlik görevlilerine yardımcı olmak içiçn kapıya gönderseniz ne olurdu. Her kapıda 2 tane olsa yeter, tursitlerin anlamakta zorlandığı konuyu kibarca onlara anlatabilirlerdi. Yarı profesyonel makinayı içeri sokmak yasak diyorlar Biletin üstünde böyle bir ibare yok, Biletix'te yok FIBA kararı diyorlar eyvallah diyoruz. Emanete bırakıyoruz makinayı, içeri bir giriyoruz önümüzdeki İspanyollar şakır şakır objektifle Nikon D80'i kullanıyorlar. Güvenlik görevlisini çağırıyoruz banane diyor,İspanyollara da sadece çekmeyin demekle yetiniyor. güvenlik amirine gidiyoruz, kibarca benim adım hıdır elimden gelen budur, şikayet edecek yer bulursanız edin diyor. 
FIBA'nın çakma NBA olsun diye uğraştığı her sayıdan sonra müzik çalma olayı da ayrı konu. Salon doluyken çalınan müzik iyi de, salon boşken aynı ses seviyesinde çalıp kulaklarımızı sağır etmek neyin nesi çözemedim. Salon boşken klimaları tam güç çalıştırıp içeriyi buz gibi yapmak da ayrı konu. 

Taraftarı organize etmek konusunda beceriksiz ötesi bir Federasyona sahibiz. Allahın Litvanyalı'sı Sloven'i memleketinden tek tip kıyafetle geliyor, biz burda millete kırmızı giyin diyoruz. Yahu her gün 15 tane reklam dönüyor tv'de 12 DEV ADAM'ın sponsoru diye, 10.000 tane t-shirt bastırıp dağıtamıyor mu bu arkadaşlar. Bunu da mı organize edemedik. millete kırmızı giyin demekle olmuyor işte. Sırbistan maçında Sırplar'ın hepsi 424 no'lu blokta toplandı. Başka maçlarda ses etmezsin buna ama ev sahibiysen o maçta daha bir dikkat edersin adamları özellikle yerlerine oturtursun ki tribünde toplanmasınlar.  Ama biz bunu söylediğimizde yetkiliye, e siz de başka boş yere geçin diyebiliyorlar.
İyi olanı herkes yazar, önemli olan kimsenin göremediklerini yazabilmektir. Saha içinde ve işin oyuncular, delegasyonlar ile alakalı olan kısmındaki organizasyonumuz harikaydı belki de. Ama bu organizasyonlar ülke tanıtımı açısından ve ülkeye para kazandırmak açısından biçilmiş kaftandır. Bu noktada çok büyük fırsatı ıskaladık resmen. İlerde bir Avrupa Şampiyonası düzenlersek orada telafi ederiz belki. Bu yazdıklarım yüzünden yahu ne berbat bir organizasyonmuş diye düşünmeyin. 16 gün boyunca inanılmaz keyifli maçlar izledik. Şahsım adına Sloven ve Litvanya'lı taraftarların arasında maç izleme deneyimi yaşamak inanılmazdı. Şampiyonayı 2. olarak bitirmek cidden büyük başarı. Bu başarıya sevinip daha da iyisini nasıl yaparız diye düşünmek lazım artık.

Şampiyon Seattle Storm

                                 
    Dünya Basketbol Şampiyonası nedeniyle fazlasıyla gözardı ettiğimiz Wnba'de şampiyon Atlanta Dream'i 3-0 ile geçen Seattle Storm oldu.

    İlk iki maçı deplasmanda ufak farklarla kaybeden Atlanta Dream 3. maçta  evinde kazanıp seriyi uzatmak istiyordu.Maça 10-0 la fırtına gibi giren Storm biraz rahatlayınca  toparlanan Dream ilk çeyreği 28-24 geride kapadı.İlk iki maçın yıldızı Lauren Jackson'a etkili savunma yapan Dream diğer yıldızlar Cash ve Bird'ü de durdurunca  fark kapandı, başabaş geçen ikinci çeyrekte Marques ve McCoughtry ile sayılar bulan Dream ilk yarıyı 44-43 önde kapadı.İlk yarının en dikkat çekici kısmı  Storm'um üç yıldızının beklintilerin çok altında kalmalarıydı.Ona rağmen soyunma odasına 1 sayı geride gitmelerini kadro derinliğine borçlular.Üçüncü çeyrekte rüzgarı iyice arkasına alan  Dream farkı 6 sayıya kadar çıkarsa da yıldızlarından Cash'in arka arkaya attığı üç üçlüke toparlanıp öne geçen Storm bir daha rakibinin öne geçmesine izin vermedi ve son  çeyreğe 7 sayı farkla önde girdi.Storm kadar kadro derinliği olmayan kenardan katkı alamayan Dream Marques ve McCoughtry kenardayken çok zorlandı.O ikili kenardayken Bird ve Jackson'u da devreye sokan Storm farkı çift hanelere taşımayı başardı son bölümde rehavetten dolayı bocalayan Storm maçı tehlikeye soksa da son hücumda iki üçlük bulup yararlanamayan Dream üç maçta toplam 8 sayı fark yediği final serisinde hiç maç alamadan şampiyonluğu kaybetti.Seatle Storm ise 2004'den sonra ikinci kez şampiyon oldu.


      Şampiyon Seatlle Storm daSwin Cash 18,normal sezonun ardından finallerin MVP'si de olan Lauren Jackson 15 sayı 9 ribaund ile oynarken Wnbadeki üçüncü sezonunda final oynayan Atlanta Dream'de Angel McCoughtry'nin 35 ,Marques 21 sayısı maçı kazanmaya ve seriyi uzatmaya yetmedi.


Not:Bu sezon ödüle doymayan Lauren Jackson'dan kişisel ricamdır.Lütfen saçlarını tekar sarı yap:)
                                                                                                                                                                 Aykut

İnsanlığınızdan Utanın Yahu



Twitter'a eklenen bir link sayesinde gördüm haberi, okuyunca dona kaldım. Bu nasıl bir konuşma şekli, bunlar nasıl insan. Noktasına virgülüne dokunmadan aşağıda yer alıyor haber. 



Yine Son Kale programındayız!..

Bir tarafta vücuduna 7 ayrı bıçak darbesi almış, ameliyattan çıkmış teknik direktör Yüksel Yeşilova... Diğer tarafta Çiçek Pasajı’ndan çıkıp stüdyoya gelmiş (!) yorumcu Erman Toroğlu...

Yüksel hoca, savunmasını yapmak için programa bağlanıyor... İlginç olan ne Toroğlu ne Reha Muhtar ne Ahmet Çakar bir “Geçmiş olsun hocam, durumunuz nasıl?” deme tenezzülü göstermiyor!.. 7 ayrı bıçak darbesi almış o teknik direktöre, hakaretleriyle bir bıçak darbesi de onlar saplıyor.

Öyle ki, hocanın fotoğrafı ekrana konduğunda Toroğlu, bir Çakar’a bir ekrandaki Yüksel hocanın fotoğrafına bakıp “Ahmet, hakikaten de bunda .... tipi var!” dercesine bıyık altından pis pis gülüyor. İşte sonrası...

Toroğlu : Sizin teknik direktörlük diplomanız ne?- A diploması
Toroğlu: Peki Mersin İdmanyurdu’nu nereden buldunuz, siz mi buldunuz, onlar mı sizi buldu ?
-Hocam bu nasıl soru ?
Toroğlu: Orada teknik direktörlük yapmak için kimi buldun, kimi aracı soktun?
-Kimseyi sokmadım.
Toroğlu: Haaa! Onlar seni buldular ha, çok başarılı olduğun için öyle mi?
- Bilmiyorum, onu başkanımıza sorsanıza ?
Muhtar: Peki hocam sağlık durumunuz nedir ?
- Yeni ameliyattan çıktım.
Çakar: Ne ameliyatı ya, anestezi mi narkoz mu oldunuz?
- Evet. 7-8 bıçak yarası var vücudumda. Ameliyat oldum.
Toroğlu: Peki 7-8 bıçak yiyene kadar hiç tepki göstermediniz mi?
- Bu ne biçim soru ya...
Toroğlu: Sayın valim “Sadece sıyrık var” dedi de, ilginç geldi...
- O zaman valim tam bilgi alamamış.
Toroğlu: Siz bu futbol aleminde kalmaya devam edecek misiniz?
- Bu ne biçim soru.
Toroğlu: O biçim soru...
Toroğlu: Yüksel bey siz bir yerde futbol oynadınız mı?
- Hayır oynamadım efendim.
Toroğlu: Peki futbol oynamamışsın, hakemlik yapmamışsın nereden çıktın be kardeşim?
- Anlamıyor musunuz beni.
Toroğlu: Ya kardeşim sen gittin Romanya’dan dandik bir diploma mı aldın kardeşim?
- Ya nasıl konuşuyorsunuz...
Çakar: Yüksel bey siz şu anda otelde misiniz?
- Ameliyattan çıktım diyorum size daha yeni, yoğun bakımdayım siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?
Çakar: Bana bak bana bi defa sen adam gibi konuş. Bu biiir. İki; bir defa yalan söylüyorsun, ameliyattan çıkmış bir adama cep telefonu vermezler.
Toroğlu: Sende kabahat yok seni oraya Mersin’e teknik direktör yapanda kabahat. Onu bir bulsam da konuşsam.
Yardımcı antrenör: Hocam ameliyattan çıktı, narkozun etkisinde lütfen böyle yapmayın.
Çakar: Siz kimi kandırıyorsunuz, ne ameliyatı ne narkozu, siz bizi aptal mı zannediyorsunuz, ameliyattan çıkmışmış...

Ve ardından Samsun Valisi Hüseyin Aksoy programa bağlanarak Yüksel Yeşilova’nın ciddi bir ameliyat geçirdiğini ve vücudunda 7 ayrı yerden bıçak darbesi aldığını doğrular. Toroğlu ve arkadaşları bir anda “moroğlu” oluverir!

Çıt çıkmaz stüdyodaki üç efsane yorumcudan. Özür de dileme ihtiyacı duymazlar.

Toroğlu’nun “dandik diplomalı” muamelesi yaptığı o teknik adam... Üç lisan bilen, Romanya 2. lig şampiyonluğu yaşamış, Türkiye’de 2, Almanya’da 1, Romanya’da 3 takımda teknik direktörlük yapmış, Hollanda’dan kondisyoner öğretmenlik diploması almış, UEFA Pro A lisansı bir teknik adamdır.

Kaldı ki kariyerinde bunlar da olmayabilirdi.
Teknik direktörlüğü, kariyeri, tecrübesi her şey bir tarafa...
7 bıçak darbesi yemiş, ölümle burun buruna gelmiş, iki saat ameliyatta kalmış, hala acı çeken bir insan o... İnsanda biraz vicdan olur...

Toroğlu, 10 dakika öncesi Yüksel Yeşilova’nın yeğeni Murat’ın “O bir zamanlar minibüs şöförüydü” demesinden yola çıkarak hiç tanımadığı bir teknik adama karşılık “dandik teknik adam” muamelesi yapma gereği duyar.

“Minübüs şöröfünden de teknik direktör olur mu?” dercesine ona hakaret üstüne hakaret eder... Belki de birilerinin kendisine, “Kabzımaldan da televizyon spor yorumcusu olur mu?” yaklaşımlarından esinlenerek bu yorumu yapmıştır; bilemeyiz!..

Belki de o Toroğlu, fırsatını bulsaydı, tercümanlıktan gelmiş Mourinho’ya da, mutlaka teknik adam Yüksel Yeşilova’ya yaptığı muameleyi yapardı! Öyle ya... Moruinho’ya da aynı soruları sorardı... “Futbol oynamamışsın be adam, nereden çıktın sen, kimi araya soktun da o takımın başına gittin” derdi...

Şaşırmam.
Yazıklar olsun...
Ama asıl yazık; Toroğlu’nun hocasına, camiasına, dahası kendilerine “Seni oraya hoca yapanın ....!” diyerek hakaret ettiği, aşağıladığı bir yerde sessiz kalan o Mersin İdmanyurdu başkanı ve yönetimine...

Habertürk


Şimdi bu adamları yorumcu diye dinleyen vatandaşta mı kabahat, onları yorumcu diye oraya çıkartan kanalda mı bilemedim. 

14 Eylül 2010 Salı

Avrupa'da Yılın Atleti Seçiliyor


Avrupa'da yılın atleti oylaması başladı. Atletlerimiz Alemitu Bekele ve Nevin Yanıt'ta adaylar arasında. Bu sefer işi zor atletlerimizin zira listede Vlasic,Feofanova,Nuria Fernandez, Myriam Soumare, Ostapchuk, Savinova ve niceleri var. Biz üzerimize düşeni yapıp linki paylaşalım, siz de oy verin. 

Oy verme sistemi farklı bu sefer. Adaylar içerisinden 5 tanesini seçip 1'den 5'e kadar sıralıyorsunuz. Bu yüzden, " yaaa ben ne anlarım atletizmden abi" diyenlere blogumuzun büyük kıyağı söz konusu. Ben ne anlarım atletizmden maksat Nevin'e Alemitu'ya oy vermek diyorsanız; yukarıda yazdığım isimleri 3, 4 ve 5. sıraya yerleştirin. Tercihinize göre ilk iki sıraya da Nevin ve Alemitu'yu yerleştirin. Erkeklerde de oylama aynı şekilde olacak ama orada bizim aday bir atletimiz yok maalesef. 

Tamam oy vermeye hazırım diyenleri şöyle alalım --> Kendimi Şanslı Hissediyorum

 
Destekler için şimdiden teşekkürler.

12 Eylül 2010 Pazar

Sözün Bittiği Yerdeyiz

 
Yok dün akşamdan beri kafam toplayıp bir şey yazamadım. Dün gece için söylenecek bir şey yok, o salonda olup o atmosferi yaşayan nadir insanlardan biri olmanın mutluluğunu tarif edemem. Ellerinize sağlık çocuklar. 


Yazacak çok şey var, Zone savunma yaparsak ne olur ABD'yi nasıl tutarız vs. Ama inanın bana yazasım yok heyecan şimdiden sardı beni. Bu akşamı bir atlatalım başka bir şey düşünmüyorum şu an. Kazanmak ya da kaybetmek önemli değil, tabiki de kazanmayı çok istiyoruz ama şimdiden tarihe geçtik bile. O yüzden bu akşam skor ne olursa olsun, salon Türkiye sesleri ile inleyecektir. 


Bir de şu fotoğrafı paylaşmak istiyorum, Sinirlenme evladım yaşın genç, takımınız iyi daha çok şeyler kazanırsın, ama bu sene sizin sıranız değil. Hadi bakiyim Teo'cum sağdan sağdan devam et sen. 



11 Eylül 2010 Cumartesi

Dana'nın Kuyruğu Kopuyor


Aslında niyetim iki ayrı yazı yazmaktı ama dünkü maçların kalitesizliğini gördükten sonra ayrı bir paragraf açmanın manası olmadığına karar verdim. Tek gördüğüm şey Navarro'nu ne kadar çirkef bir oyuncu olduğuna bir kez daha canlı şahit olmamdı. Kabul ediyorum inanılmaz yetenekli bir oyuncu, ama şu Oscar'lık aldatmacaları yapmasa daha iyi olacak. Bir iki derken kabak tadı veriyor, bir yerden sonra. Neyse sürpriz yok Arjantin - İspanya 5.lik mücadelesi yapacak. 

Gelelim bugüne, ABD - Litvanya maçı ile ilgili bir önceki yazıda bir takım değerlendirmelerde bulunduk. Tahminim ABD2nin kısalara baskıyı tutarak Litvanya'nın içeriye top geçirmesini ya da rahat pas trafiği yapmasını engelleyeceği yönünde. Zaten Arjantin maçı yanıltmasın, Delininkaitis,Jasaitis hatta Pocius gbi oyuncular kariyelerinin en iyi milli maçlarından birini oynadılar. Bunda Arjantin'in fiziki olarak tükenmiş olmasının ve savuma yapamamasının da etkisi vardı. Bugün bu kadar rahat olmaz ve bizim bildiğimiz oyunlarına geri dönerler diye düşünüyorum. ABD'nin de Litvanya'yı Rusya'dan daha fazla ciddiye alacağını düşünürsek, ABD'nin rahatça turu geçip finale kalacağını düşünüyorum.

Bizim maç sanırım turnuvanın en heyecanlı maçlarından biri olacak. Bizi çok iyi tanıyan bir ekiple oynuyoruz. Coach bazında birbirini çok iyi tanıyan iki coach'un mücadelesi olacak. 2006'dan beri hemen hemen her ortamda karşımıza çıkan Sırpları bu kez yenmek istiyoruz. Bu elbette kolay olmayacak ama. Teodosic Sırp takımının en önemli oyuncusu, hatta Teodosic ve Krstic desek daha doğru olur. Bu iki oyuncuyu iyi tuttuğumuz anda Sırp takımının alışılmış düzenini bozarız. Ama bu yeterli olur mu bilemem, zira Keselj, Velickovic, Savanaovic, Perovic hatta zaman zaman Rasic ve Bjelica sahne alabiliyor. Potansiyelli bir takımlar. Genç olmaları istikrar açısından zaman zaman sorun yaratsa da, tüm oyuncuları inanılmz potansiyelli. Bu potansiyelin hangi maçta patlayacağını bilemiyorsunuz. O yüzden işimiz çok kolay olmayacaktır. Bizim için en önemli şey kısalara uygulayacağımız baskı olacak. Pota altında biz onlara biraz daha üstün geliyoruz, ancak onların uzun oyuncularının dış şutta atabiliyor olması bize savunmada ters gelecektir. Alan savunmasını bugüne kadar yaptığımızın en iyisi olarak yapmamız lazım. Tekrar söylüyorum, Teodosic üzerine getireceğimiz baskı oyun planlarını sekteye uğratacaktır biraz, Krstic'i de belli bir seviyenin altında tutarsak rahatlarız. 
Bizim hücum performansımıza her zaman bu kadar yüzdeli girmez diye yaklaşabiliriz. Ama Slovenya maçında gözden kaçan şey 24 asist yaptığımız. Yani topu çeviriyoruz, en müsait durumda olan adamı bulana kadar hücum bitmiyor. Böyle olunca da yüzdeniz artıyor zaten doğal olarak. Bugün de buna benzer hücum edeceğimizi düşünüyorum. Bir önemli konu da taraftar konusu. Tamam Sırplar bu tip ortamlara çok yabancı değiller ama , Türkiye'de ki ortam bambaşka. Ben böyle bir taraftardan etkilenmeyecekl basketbolcu ya da hakem tanımıyorum. Teodosic'in hocasıyla yaşadığı sorunlar final serisinde etkiliydi ama , OAKA atmosferinde nasıl dağıldığını gördük. O atmosferden çok da farklı olmayacaktır. Çeyrek final maçındakinden daha da ateşli bir atmosfer olacak. 

Sonuçta her zaman dediğim, haydi çocuklar attığınız sayı, tuttuğunuz ribaund olsun. Buraya kadar geldik, devamını da getirelim.

10 Eylül 2010 Cuma

Akşamdan Kalma ABD, Terminatör Litvanya


Keyifli bir çeyrek final gününü daha geçtik Şampiyona'da. ABD maçının devre arasında dostlar Marko (İlker), Mali (maliano) ve Pınar'la görüştük. İlker Düsseldorf maçını yerinde izlemişti, Greer ile ilgili söylediklerini sevdim açıkçası. Neyse şampiyonaya dönelim. ABD,Rusya karşısında resmen 1. viteste oynadı maçı. Dedikodulara göre bir önceki gece Beyoğlu'nda sabalamışlar. Sahada her hallerinden belli oluyordu. Rusya ilk yarı da çok iyi direndi ABD'ye. Ama güçleri nispetinde direnebildiler. 3. Çeyrek biraz vidaları sıkan ABD gerekli farkı buldu ve maçın sonuna kadar onu korumak için  oynadı. ABD'nin bu performansına bakarak, geleceğe yöneik tahmin yapmak zor. He eğer çeyrek final maçlarındaki performanslara göre değerlendireceksek ABD için turnuva yarı final'de biter demek doğru olur. Bu ABD takımının, bu şekilde oynayarak Avrupalıları yenme şansı yok bence. Ama ABD'de olayın farkındadır yarı final maçında ona göre performans verirler diye düşünüyorum. 
Diğer maçta çekişme beklerken, terminatör gibi rakibini yok eden bir Litvanya gördük. Sanki Türkiye - Slovenya maçının kopyası gibiydi. Litvanya inanılmaz yüzdeli 3 sayı isabeti bularak ilk çeyrekte bitirdi işi daha. Arjantin ise tüm enerjisini Brezilya maçında harcamış gibiydi adeta. Maç erken kopunca Arjantin seyircisinin tribün şovundan mahrum kaldık. Litvanyalılar da onları aratmadı ama olsun. Litvanyalılara turnuva öncesinde yarı finale çıkacaksınız deseler, milli bayram falan ilan ederlerdi muhtemelen. Bu derece eksik kadroyla bu noktaya gelebilmeleri, ekol olmanın bir sonucu işte. 

Muhtemel yarı finalde ABD'ye karşı bu kadar rahat hücum edemeyeceklerdir diye düşünüyorum. Zira dün Arjantin takım olarak nasıl savunma yapılamaz diye gösterdi hepimize. Litvanya kısaları içeriye her penetre edişlerinde ya dışarıdaki boş adamı buldular ya da içerden sayı çıkardılar. ABD kısalarının bu kadar rahat penetre imkanı vermeyeceklerini düşünüyorum. ABD benim bu maç için favorim ama Litvanya dünkü gibi oynarsa ABD'yi eleyebilir.Harika bir yarı final mücadelesi olmaya aday bir maç bizi bekliyor, eğer finale çıkacaksak rakibimizin ABD olmasını isterim ama o da ayrı konu.

9 Eylül 2010 Perşembe

Tarih Yazıyoruz



Dün akşam eve geç geldik. Malum bayram sabahı erken kalkmaca namaz vs. olayı da olunca, yazıyı şimdiye erteledim. Gerçi iyi oldu galibiyeti iyice sindirip yazıyoruz. Slovenya değerlendirmem de öngördüğüm hiç bir şey gerçekleşmedi. Mutluyum bu sebeple.

ilk çeyreğin ortasından itibaren resmen kilitledik Slovenya'yı. O kadar ki Slovenya'nın en kilit isimleri olan Lakovic- Dragic ikilisi 4 sayıda kalmıştı. İnanılmaz yüzdeli üç sayı attık, kimileri buna şans diyebilir. Ama yakaladığımız pozisyonların çoğunluğu iyi top çevirme sonucu yakalanan boş üç sayılardı. 24 asist yapmışız takım halinde, bu zaten her şeyi özetliyor. Slovenya'yı 71 sayının altında tutmak lazım diyordum, son dakikalardaki gevşememizi saymazsak 55 sayıda tuttuk adamları resmen. Şaka gibi gerçekten. İnanılmaz bir savunma direnci, inanılamz bir efor  vardı sahada.



Uzun uzun yazmanın mantığı yok, sahada basketbol adına her şeyi sonuna kadar yapan bir takım var çünkü. Bu tablonun mimarı olan başta Coach Tanjevic ve idari kadro olmak üzere, tüm oyunculara teşekkürlerimizi gönderiyoruz. Ülke basketbol tarihimizin en büyük derecesine sahibiz şu anda. Oturup bunun keyfini çıkartalım. Dün salonda gördüğüm Sırplar, maçtan önce Türkiye kazansın istiyorlardı. Maçtan sonra suratları beş karıştı, onların da gözünü korkuttuk artık.

 nba.com editörlerinden John Schuhman'ın düne ilişkin notlarından çarpıcı bir bölümü paylaşmak istiyorum sizinle. Dün akşamki taraftarı en iyi özetleyen şey bu.

"Once again, the Turkish crowd was as big a story as the play on the floor. The singing lasts from an hour before game time until after the players have left the floor. And tonight, there was even singing in the mix zone"

Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler, 12 DEV ADAM'ın peşindeyiz, hedefimiz final.

7 Eylül 2010 Salı

Slovenya mı ? Türkiye mi ?


Dün akşam yazmam lazımdı bu yazıyı ama iş yoğunluğumdan ilgilenemedim dahi. Her neyse efendim Slovenya'yı grup maçlarında canlı canlı izlemiş biri olarak, gördüklerimizi bir toparlayalım istedim bu yazıda.

Öncelikle komple bir takımlar, özellikle guard bölgesinde Dragic,Lakovic,Udrih gibi çok üst düzey oyuncuların varlığı onları rahatlatıyor. Pota altında geçmiş turnuvalara göre biraz daha zayıflar, ancak bu turnuvada Miha Zupan ve Gasper Vidmar beklenenden fazla katkı veriyor takıma. Vidmar'ın işin savunma yönünde özellikle ciddi katkıları var takıma. Gene uzun ama dış şutları çok etkili olan Uras Slokar'ı unutmamak lazım. Maç içinde en istekli olan oyunculardan biri olarak Bostjan Nachbar'ı da görebilirsiniz. Slovenya'nın basketbol tarihi açısından bu turnuva çok önemli ve o yüzden onlar da buna uygun motviasyonla sahada yer alıyorlar. Goran Jagodnik'in de kenardan gelip katkı verdiğini belirtelim.

Slovenler'in takım istatistiklerine bir göz atacak olursak, dengeli bir dağılım olduğunu görebiliyoruz. 80 sayı ortalaması ile oynayan bir ekip Slovenya. Bu tip turnuvalar için yüksek sayılabilecek bir ortalama aslında. Bu da hücumda çok sorunlu olmadıklarını gösteriyor zaten. Avustralya maçını saymıyorum, sadece grup maçlarını baz alarak bakarsak eğer, Slovenya'nın ortalama 78,6 sayı attığını ama 75,6 sayı da yediğini görüyoruz. ABD maçı o averajı bozdu diye düşünebilirsiniz. Ancak Brezilya ve Hırvatistan maçlarına baktığımızda , birinden 77 birinden de 84 sayı yediklerini görebiliyoruz. Gelmek istediğim nokta Slovenya iyi hücum eden ama o kadar da iyi savunma yapabilen bir takım değil. Bizim savunmamıza yakın sertlikte bir savunmayı sadece ABD maçında gördüler o maçta da 99 sayı gördüler potalarında ve attıkları ise 77 sayıydı. Bizim için kilit olan nokta şu, Slovenya'yı 70 sayının altında tutabilmek. Çok zor olmakla birlikte imkansız değil bu.


Yukarıdaki iki takımın karşılaştırmalı istatistikleri var ( sol taraf Slovenya , sağ taraf Türkiye ). Bunlara bakarak yorum yaparsak ortada bir maç demek doğru olur. Sadece serbest atışlarda Slovenya takımının bariz üstünlüğü var, gerçi bu konuda Ömer Aşık'tan dolayı bizim herhangi bir takıma üstün gelme şansımız çok az. Son Fransa maçında biraz kırdık bu şanssızlığı ama. 

Peki her şey bu kadar dengedeyken Slovenya takımını nasıl eleriz. Aslında çok zor değil, Slovenya takımında tüm yük guardlarda, bizim de iyi yaptığımız işlerden biri topa baskı yapmak. Bu sebeple topa yapacağımız her baskı bize sonuç verecektir. İkinci önemli konu pota altı. Brezec, Vidmar, Zupan, hatta hatta Slokar'ı da sayabiliriz. Bu oyuncuları hepsi değişik meziyetlere sahip olmalarına rağmen sertlik konusunda yeterince sert değiller. Vidmar'ın erken faul problemine girmesi de cabası zira içlerinde en sert olan o. Uzunlar konusunda bizi zorlayacak tek etken Zupan ve Slokar'ın 3 sayı çizgisinin gerisinden de atabilmeleri. Bizim yaptığımız alan savunmasının da en zayıf noktası bu olabilir. Arka sahada Hidayet ve Ersan ile kaldığımız zaman sorun olmuyor, rahatça köşelere kayıp atışı engelleyebiliyorlar. Ancak Tanjevic'in zaman zaman denediği 3 uzunlu sistem başımızı ağrıtabilir. Bizim için bir diğer sıkıntı hatta sıkıntılar Slokar ve Nachbar , her iki oyuncuda 4 numarada oynamalarına karşın, dışarıdan etkili şutlara sahipler. Kerem ve Ersan ile oynarken bu oyuncuları savunmada çok sıkıntı çekeceğimizi düşünmüyorum, ama Semih-Ömer , Semih -Oğuz gibi çift uzuna döndüğümüz anlarda sıkıntı olabilir. Bizi buralara kadar başarıyla taşıyan alan savunmasına bu maçta çok güvenmemek lazım, zira bu savunmaya ceza kesebilecek en etkili takımlardan biri ile oynayacağız. 

Slovenya takımı için bir not daha düşelim. Kaç sayı önde olurlarsa olsunlar kopuyorlar maçtan. Hırvatistan ve Brezilya maçında çok ciddi farkların erimesine engel olamadılar, her iki maçta da kısaların üç sayı performansıyla tekrar üstünlüğü ele aldılar. Avustralya maçında da oyundan koptular aslında ama Avustralya'nın bunu değerlendirebilcek hali yoktu. O yüzden bizim maçta da benzer şeyler yaşanabilir diye düşünüyorum. 

 Kolay değil, çeyrek finaldeyiz bu saatten onra kim gelse kolay değil artık zaten. O yüzden kendi doğrularımızı en mükemmel şekilde sahaya yansıtıp, rakibi hataya zorlamak bizim hedefimiz olmalı. Slovenya için kazanmak önemli ama, çoktan ülke basketbol tarihine adlarını altın harfle yazdırdılar zaten. Ülke tarihinin en iyi derecesini biraz daha geliştirmek isteyeceklerdir elbette. Bizim açımızdan bakıldığında, bir önceki şampiyona da elde ettiğimiz 6.lığın bir adım daha üstüne çıkmak ilk hedef. Bu turnuvada ilk dörde girebilmek büyük başarı benim için, zira hazırlık döneminde biri bana Türkiye 4. olur bu turnuvada dese, takla atardım sanırım. Başta oyuncular ve coach Tanjevic olmak üzere, tribüne gelen herkesin işi çok zor bu maçta. Oyuncular sahada seyirciler tribünde tek vücut olduktan sonra Slovenya'nın karşımızda durabileceğini sanmıyorum. Umarım milli takım Arefeden bayramı yaşatır bize. 





6 Eylül 2010 Pazartesi

Çeyrek Finaldeyiz

Maçtan önce Fransa'nın hücumda zorlandığını savunma ile birşeyler yaptığını konuşmuştuk Furkan abiyle.İspanya'yı böyle devirmişlerdi turnuvanın ilk gün maçında ilk çeyreğinde sadece 9 sayı atabildikleri maçı savunma ile kazanmışlardı.Biz ise grupta yüksek skorlu maçlar oynadık hep ama rakibi savunmamızla hep aşağıda  tutmuştuk.Maç başlamadan De Colo oynamayacak söylentisi çıktı ama maça ilk beş başladı kendisi.İlk bir kaç dakika iyi gittikten sonra Fransa'nın baskılı savunmasına karşı bir kaç pozisyon sadece yayın gerisinde top çevirip potaya salladık.Çeyrek sonunda toparlandık ve çeyreği 19-14  önde kapadık. Hidayet'in  turnuvanın diğer maçlarının aksine bu maça isabetli iki üçlükle başlaması maçın kolay geçeceğini işaret ediyordu hafiften ama ilk çeyrekte tedirginliğimiz çok belli oluyordu.İkinci çeyrekte kenardan gelen Oğuz ve Sinan'ın  hem skora hem de savunmaya katkısı çok büyük oldu.Alan savunması ile de Fransa'yı durdurmayı başarınca fark açılmaya başladı.Fransayı hareketli alan savunması ve bol bol ayakla müdahalelerle durdurduk. Hidayet,Oğuz ve Sinan'ın sayılarına Ersan ve Ender'in zor üçlükleri de eklenince ilk yarı sonunda en büyük farkı yakalayarak  soyunma odasına 43-28 önde gittik.

Üçüncü çeyreğe biraz sakin  başlarız tempoyu düşürürüz diyordum ama  milliler öyle düşünmüyordu.Maça başladığı gibi ikinci yarının başında da Fransa potasına iki üçlük gönderen Hidayet önderliğinde 10-0 lık bir seri yakaladık ve fark bir anda 25 sayı oluverdi.Farkın bu civarlarda gezdiği çeyreğin ortalarına doğru yüreğimizin ağzımıza geldiği anı yaşadık.Kerem Tunçeri bir pozisyonda  yerde kalıp sakatlanırken  salon önce sessizliğe bürünü ardından Kerem Kerem tezahüratlarıyla  inledi.Herkes takımın bu durumda olmasının baş  faktörlerinden  olan Kerem'in durumunu merak ediyordu.(Çarşambaya yetişecekmiş)Oyun sakatlık nedeniyle soğurken biraz bocalayan milli takımımız daha sonra farkı tekrar açarak son çeyreğe 71-45 önde girdi.Dördüncü çeyreğe Sinan ve Cenk bir ve iki numaralarda başlayınca top getirmekte zorlandık Fransa arka arkaya bulduğu sayılar bulmaya başladı.Mola alıp ardından toparlanan milliler son bölümü alkışlar içinde  oynayarak maçı 95-77 kazandı ve çeyrek finale adını yazdırdı.

Grup maçlarındaki seyirciden sonra İstanbul izleyicisi  beni hiç mutlu etmedi oyuna müdahale anlamında katkıları olmadı.100 kişilik Fransız grup seslerini duyururken bizim seyircinin sesinin çıkmaması inşallah tv sesçilerinin marifetidir diye geçirdim içimden.Bu takım daha çok zorlu maçlar oynayacak seyirciye çok ihtiyaçları var.Maçı izleyenler arasında A milli futbol takımımız da vardı.Maç boyunca sergilenen oyundan  mutlu olan futbolcularımız maç sonu basktbolcularımızı tebrik ettiler.

Yazıyı da Ömer Onan'ın güzel sözleriyle bitirelim" Hesap yapanların halini görüyoruz,hepsi tek tek gidiyor.Biz hesap yapmıyoruz her maça kazanmak için çıkıyoruz"
                                                        
                                                                                                                                             

                                                                                                        Aykut

4 Eylül 2010 Cumartesi

US OPEN 2010



Malum Dünya Şampiyonası olunca, üstelik evsahibi de olunca tüm ağırlığımız ona kaydı. David Rudisha'nın kırılmaz denilen rekorları arka arkaya kırmasını bile es geçtik. Her neyse atletizm ayrı konu, US OPEN başlayalı 5 gün oldu tek kelime yazmadık hakkında. Blogun ayıbı olarak nitelendiriyorum bunu ve olaya hemen müdahele ediyorum. 
Tek erkekler ile başlayalım, bu tura kadar pek surpriz yok desek yalan olmaz sanki. 3. tur eşleşmelerinde favorileri gene çok zorlu rakipler beklemiyor. Bir istisna belki Djokovic için düşünülebilir. Nadal, Federer ve Soderling'in rakiplerine oranla biraz daha zorlu bir rakip olan Gael Monfils ile oynayacak.

Tek Bayanlar kategorisinde 3. tur maçlarının bir kısmı tamamlandı. Sürpriz sayılacak sonuç Shahar Peer'in Flaviop Pennetta'yı elemesi olabilir. Rus derbisi diyebileceğimiz mücadele de ise Hantuchova, Dementieva'ya pek direnemedi. Şüphesiz burada gözler 1 numaralı seri başı Caroline Wozniacki üzerinde. Yine bu turun çekişmeli geçecek maçlarından biri Svetlana Kuznetsova - Maria Kirilenko arasında olacak. Bu arada benim çok ümitli olduğum raketlerden Radwanska'nın 2. turda Shuai Peng ile eşleşmesi talihsizlik olmuş. Gücü yetmemiş ona. Bayanlarda bir iki maç dışında sürpriz olmaz, favoriler turu geçer gibi gözüküyor. Tabi sıcakların oyuncuları çok fazla etkilediği gerçeğini de göz ardı etmeyelim. 

Çiftlerde ise  temsilcimiz İpek Şenoğlu ve Partneri Vitali Diathenko, Elena Vesnina & Vera Zvonereva çiftine 6-1 ve 6-1 ile 2-0 yenilerek elendi. Açıkçası çiftler de kim finale kalır, kim formda hiç bir fikrim yok. Sadece İpek'in maçlarını takip edebildim livescore olarak. Biraz daha şanslı bir kura olsaydı sanki 3.tura çıkabilirlerdi. Sorun değil, İpek Şenoğlu gibi bir tenisçimiz olduğu için gurur duymalıyız, her şeye rağmen Türkiye'nin adını oralarda geçiriyor, olabilecek en iyi şekilde bizi temsil ediyor çünkü. 

Yazı içerik olarak çok doyurucu değil, zira maçları canlı izleme şansım yok. Ramazan, dünya şampiyonası vs. derken saat farkından dolayı US OPEN'a pek konsantrasyon sağlayamadık bu sene. Özet görüntülerle bu kadar çıktı idare edin. Ayrıca Caro fotoğrafı kullanmam tamamen tesadüftür, kendisine olan özel hayranlığım ile uzaktan yakında alakası yoktur (yerseniz).

3 Eylül 2010 Cuma

Hak Yerini Buldu mu Desek?

Günün sonucu en çok merak edilen  maçı oynandı Rusya ile Yunanistan arasında.Aslında sonucunu herkesin tahmin ettiği  desek daha doğru.  İspanya'nın grupta üçüncülükten yukarı çıkma ihtimali nerdeyse  kalmadığında  herkes biliyordu Yunanların  Rusya'ya yenilip İspanya ile eşleşmekten kaçacağını çünkü bunu daha önce de yapmışlardı.
Maça da herkesin tahmin ettiği gibi başladı Yunanistan  kaçan ,potaya dahi yetişmeyen  şutlar, all starda dahi daha serti yapılan savunma  sonucunda daha ilk çeyrek yenilen 10 sayı fark.Maçı hiçbir şeyden haberi olmayan biri izlese bile bu Yunanlar neden oynamıyor derdi.Rusya ise maçın başından itibaren kendi düzeni içerisinde oynadı  ve karşıda savunma da olmayınca rahat basketlerle farkı açtı ama koç Blatt yedek oyuncularını sahaya sürünce Rusya'nında düzeni bozuldu ve ilk yarı 30-30 sona erdi.Maç berabere idi ancak herkes Yunanistan'ın yenileceğinden adı gibi emindi nitekim de öyle oldu üçüncü çeyrekte kontağı tekrar kapatan Yunanlar bu sefer  20li farklar gördüler.Maçın son bölümünde ise Yunanistanın maç yakın geçti  senaryosunu uygulama vakti gelmişti.Hafiften bir kıpırdandılar farkı aşağıya çektiler  ve maç beklenen şekilde bitti.Yunanlar İspanyadan kaçmanın mutluluğu ile otellerine dönerken hala bir ihtimal daha vardı.

İzmir grubunun son maçı olan Fransa- Yeni Zellanda maçı gruptaki sıralamayı etkileyebilirdi.Y.Zellanda Fransayı 12 ve daha üstü farkla yenerse İspanya ikinci Y.Zellanda  üçüncü Fransa dördüncü oluyordu.Maç boyunca fark açık olarak hep Y.Zellanda lehinde gitti son  bölümde Fransa geri gelmeye çalıştı(ben bunu bizimle karşılaşmamak için yaptıklarını düşünüyorum)son 5 dakikaya girildiğinde fark 9-10 sayı aralığında gidip geliyordu.Son bölümde savunmayı sertleştiren Fransa farkı 7ye kadar indirdi.Ancak o anda  ortaya çıkan Batum üç sayı deneyen Penney'in altına girince basket faul oldu ve fark bir anda 11e çıktı.yapılan taktik faulden sonra farkı gene 9 a çeken Fransa'ya şoku yaşatan Abercrombie'nin panyalı  üçlüğü oldu.Kalan 5 saniyeyi Batum'la değerlendiremeyen Fransa bir sonraki turda kendini milli takımımızın karşısında buldu.Asıl süpriz ise Yunanistana idi.İspanya ile oynamamak için  bilerek Rusya'ya yenilen ve dünya çapında tepki toplayan Yunanlar  Y.Zellandanın Fransa'yı yenmesiyle İspanya ile eşleşti.Düştükleri durumu anlatacak kelime yok.Bu arada böyle küçük oyunların peşine düşmeyen David Blatt ve ekibine de tebrikler.Bu dürüstlüklerinin karşılığını karşılarında İspanya'ya oranla daha güçsüz olan Yeni Zellanda ile eşleşerek aldıklarını düşünüyorum.

Bu arada biz  de Çin'i çok çok rahat bir oyunla yenerek Ankara'ya namağlup veda ettik sıra İstanbul'da ilk sınavımız da Fransa ile şimdiden başarılar 12 dev adam.

                                                                                           Aykut

2 Eylül 2010 Perşembe

Zihinsel Devrim Tamam


Bir önceki yazıda değinmiş miydim bilmiyorum. Twitter üzerinden görüştüğümüz arkadaşlarla ortak kanımız, millet olarak üzerimize hasıl olan hastalığın (okyanusu geçip, su birikintisinde boğulmak) yinelemesi yönündeydi. Maçın genelini de bu kafa ile izledik zaten.

3. Çeyrek sonu ile başlayan bir dirilme sürecine, Ankara seyircisi de destek verince üzerimizdeki ölü toprağı iyice atıldı. Ancak maçın sonunda gerçekten çok saçma hücum seçimleri ile maçı gene zora soktuk. Hido'da zaten böyle aptal hataları bir daha yapmayız inşallah dedi. Biraz Ersan'a dokundurdu gibi ama takım kaptanı olarak, o şutu kullanan Ersan'a sitem etmesi hakkıdır diyorum. Arjantin maçından hiç ders almamış gibiydik. Her neyse sonu iyi oldu, kazanarak grup liderliğini garantiledik. Bugün oynayacağımız Çin maçı formalite oldu ancak Çin'in çok ufak da olsa 4. olma ihtimali var. Bu sebeple dikkat etmemiz lazım. Ben oyuncularımızın, kendilerine bugüne kadar inanılmaz destek veren Ankara seyircisini üzeceğini düşünmüyorum, ve son galibiyeti de alarak onlara veda edeceğine inanıyorum. 

Bugün bizim grubumuzdaki en ilginç maç Rusya - Yunanistan maçı olacak. Zira kaybeden 3. oluyor grupta. Yahu 2. olmak varken neden yenilsin adamlar diyebilirsiniz ama kazın ayağı hiç de öyle değil. Zira 3. olan takım ABD ile eşleşmekten kurtuluyor. Bu sebeple çok enteresan bir maç izleyeceğimize inanıyorum ben. Kendi potasına basket atan olur mu acaba diye düşünmüyor değilim :) 

Çeyrek final ve eleme turu projeksiyonuna da göz atarsak, yolumuzu açtık biraz gibi gözüküyor. Eleme turunda muhtemelen Yeni Zellanda ile oynayacağız, çeyrek finaldeki muhtemel rakibimiz ise turnuvanın renkli takımı Slovenya. Gerçi ben ordan Brezilya'ya tercih ederdim, Slovenya'ya göre çok daha dar bir rotasyonla oynuyor olmaları ve ne yapacağı belli olmayan oyuncu sayısının çok az olması gibi avantajlrımızı vardı. Slovenler'de herşey tıkandı derken biri sahneye çıkıp ateşleyebiliyor takımı. Bu hırvatistan maçında Becirovic ve Udrih olmuştu, dün Lakovic oldu. Zaman zaman Vidmar oluyor. Ritm buldukları zaman özellikle hücumda çok sıkıntı yaratan bir ekipler. Üstelik taraftar anlamında da çok güçlüler. Tamam biz evsahibiyiz ama, toplasan 100 taraftarı olmayan Brezilya ile oynamayı, 6000  taraftarı olan Slovenya'ya tercih ederdim ben. 

Dün maçı kaybetsek, muhtemelen bugün kimilerinin yetersizliğinden, kimilerinin sorumsuzluğundan dem vurulacaktı. Zihinsel Devrim bunun için önemliydi. Zira biz ülke olarak böyleyiz. Hedef seçilen maça full konsantrasyon ile çıkarız, muhteşem oynarız. Bir sonraki maç ise tanınamayacak hale düşeriz. Dün de 3 çeyrek bunu onaylar gibiydik sahada. Ama son çeyrekte silkelenip kendimize gelerek, bu sefer çok farklı olduğumuzu gösterdik bence. Yunanistan gibi rakiplere karşı oynadıktan sonra, Porto Riko ayarındaki rakiplere motive olmak zordur her zaman, zaten iyi takım kötü oynarken de kazanan takımdır. Her zaman mükemmel oynayamazsınız. Bu yüzden dünkü maç çok önemliydi. Olacak bu iş sanki demiştim dün, gerçekten olacak gibi. 


1 Eylül 2010 Çarşamba

Olacak Bu İş Sanki


Dün büyük bir heyecanla dikildim tv karşısına. 12 Dev Adam'ın Efes Cup'tan beri yükselen form grafiğinin karşılığını alıp alamayacağını merak ediyordum. Neticede bu bir spor, kazanmak kadar kaybetmek de var. Ama elimize avantaj geçirebilecekken kaybetmek hiç hoş olmazdı. Bir yandan maçın Yunanistan'la olması, kazananın kaybedenin madalya yoluna dikenli teller döşeyeceği bir mücadeleydi. Yani dünkü maçı kazanmak, bir galibiyetten öteydi her iki takım içinde.

Bu şartlar altında başlayan maç, uzun bir süre dengede gitti desek doğru olur. Ersan'ın normal üzeri performansı bizi sürükledi ilk yarıda. İlk yarıda en iyi yaptığımız şeylerden biri de Alan Savunması oldu. aşağıdaki şut kartı savunmanın ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor zaten. Sürekli dış atışa zorlanan bir Yunanistan. Sayı buldukları hücumların çoğu maalesef Oğuz- Bourousis eşleşmesinde oldu ama bu da kabul edilebilir bir riskti bence. Kusursuz bir oyun planı ve bunu sahada minimum kusurla uygulayan oyuncular vardı.


Ersan'ın harika performansına şapka çıkartmakla birlikte, bir başka yıldıza dikkat çekmek istiyorum. Kerem Tunçeri basketbolunun en olgun zamanında, onu sahada izlemek, Beethoven'ın 9. Senfonisi için,  Berlin Filarmoni Orkestrası'nı yöneten Herbert Von Karajan'ı izlemek gibi. Müthiş bir maestro Kerem. Dün takımı inanılmaz yönetti, nerdeyse her hücumda olabilecek en doğru adamı buldu. Özellikle Real Madrid zamanında geliştirmeye başladığı, uzunlarla oynama becerisinin en üst noktalarından birindeydi dün. Bizim takımımızdaki pivotlar, Kerem Tunçeri gibi bir guardla oynadıkları için çok şanslılar.Maçın teknik detaylarına girmiyorum, sadece şunu düşünmüştüm ama. Sofo ve Fotsis'in girmesi içerden hücum zenginliği katar Yunanistan'a. Ama dün Sofo haricindeki uzunlardan verim alamadılar. Bunda bizim alan savunmamızın etkisi de büyük tabi, Bourousis'in sürekli dışa kaçıp 3 sayı denemesi de bu yüzden. Sofo 4 faule ulaştıktan sona iyice tıkandılar içerde. Tsartsaris'de beklenen katkıyı veremeyince, hücum güçleri sınırlandı. Tabi bu noktada Ömer Onan'ın hakkını da verelimi Spanoulis'i sahadan sildi resmen. Onun bu öldürücü savunmalarını özlemişiz cidden.

Maç sonrası yorumlara baktığımda, biraz abartı görüyorum. Tamam Yunanistan maçı, yendik keyiflenelim, ezeli rakibinizi yenmek normal galibiyetlerden daha çok haz verir. Bizim durumumuzda bu. Ama bunu astık kestik minvalinde yapınca tadı kalmıyor pek. Bir de öyle bir hava var ki, sanki herşey Yunanistan'ı yenmek gibiymiş algısı oluşmuş. Sadece 3. galibiyetimiz bu. Avrupa Şampiyonası'nda 5'te 5 giderken, önce Slovenya'ya sonra da Yunanistan'a yenilerek madalyanın uzağında kalmıştık. O yüzden galbiyet çok önemli ama, yerine göre aldığınız bir mağlubiyet sizin her şeyinizi değiştirebiliyor. Bu sebeple bugünkü Porto Riko maçı çok önemli. Geçmiş yıllarda bu konularda kötü tecrübelerimiz var, okyanusu geçip, çay da boğulmak konusunda en yetenekli ülkelerden biriyiz zaten. Tüm motivasyonumuz Porto Riko üzerinde olmalı, hiç boş takım değiller çünkü. Elleriniz dert görmesin çocuklar, olacak bu iş sanki madalya alacağız gibi bir havaya soktunuz beni, helal olsun hepinize. 

Günün diğer sonucu merakla beklenen maçını bilgisayarımdan izlemek zorunda kaldım, bizim maçta mola oldukça o maça kaydı gözlerim. İspanya kendine gelmiş derken 18 sayıdan Litvanya'nın gelip kendilerini yenmesini izlediler resmen sahada. İspanyolların bu tip mağlubiyetlerine alıştık, geçen Avrupa Şampiyonası'nda da buna benzer bir performansları vardı. Turnuvalar uzun soluklu yarışlardır, İspanya grup 4. olursa bizimle, 3. olursa Yunanistan ile eşleşecek (kuvvetle muhtemele öyle gözüküyor yani). Bu noktada İspanya'nın Türkiye'yi tercih edeceğini düşünenler var. Ben hiç ihtimal vermiyorum dünkü galibiyetten sonra rüzgarı biraz daha arkasına alan, hem de evsahibi olan bir Türk takımını isteyeceklerine. Onlar için madalya yolu çok daha zorlu olacak, bakalım çıkabilecekler mi o yoldan. Litvanya ve Fransa ise grup liderliği için kozlarını paylaşacak, ben Fransızların bir adım geride kaldıklarını düşünüyorum, Litvanya'ya karşı sınırlı hücum güçleri ile işleri çok zor bence. 

Bugün B grubunda çok kritik bir mücadele var Slovenya - Brezilya mücadelesinin kazananı, 2.liği alacak o grupta ve nuhtemelen de rakiplerini elerse ve biz de elersek bizim çeyrk finaldeki rakibimiz olacak. Sloven takımındansa Brezilya'yı tercih ederim ben, zaten bugün Sloven takımının Brezilya'yı yeneceğini düşünüyorum umarım yanılırım. Ama özellikle guard ve pivot rotasyonu çok dar olan bir Brezilya'ya karşı, bu iki pozisyonda oldukça kuvvetli olan ve yaklaşık 5-6 bin taraftar desteği olan Slovenlerin maçı kazanması sürpriz olmayacaktır. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...